English Greek Turkish
 

Ana Sayfa

Film hakkında

Filmin siyasi arka planı

Oyuncular

Fotoğraflar

Filmin basındaki yankıları

İndirebilecekleriniz

İletişim

LOS ANGELES GREEK FILM FESTIVAL

Filmin basındaki yankıları



“Akamas” Nihayet Venedik Film Festivalinde


1988 yılının Nisan ayında aldığım bir davet üzerine Güney Kıbrıs’a gittim ve Lefkoşa’da düzenlenen bir Kıbrıs paneline konuşmacı olarak katıldım. Bu, sanıyorum 1974 sonrasında bir Kıbrıslı Türk’ün katılımıyla düzenlenen ve kamuoyuna açık olarak yapılan ilk Kıbrıs paneliydi. Mağusa kapısı tıklım tıklım doluydu. Panelde dönemin PEO başkanı Pavlos Dinglis, DİSİ başkanı Yannakis Matsis, Lefkoşa Belediye Başkanı Lellos Dimitriadis gibi isimler vardı. Salonda ise Kıbrıs Rum toplumunda sendikal hareketin “babası” sayılan Andreas Jartidis ve daha birçok ünlü isim bulunuyordu. Son derece eleştirel ve özeleştirel şeylerin konuşulduğu bu toplantı, milliyetçi Kıbrıslı Türklerin saldırıları karşısında benim için sonraları bir “kâbusa” dönüşmüşse de, gerçekten çok hoş bir toplantıydı. Kıbrıs Rum toplumu 10 yıllık Spiros Kiprianou döneminden yeni çıkmış, Vasiliou’nun iktidara gelmesiyle yeni arayışlar içine girmişti. Toplantı bittikten sonra yanıma gelenler arasında “sanatçı” kılıklı biri, “söylediklerine katılıyorum, Kıbrıs’ta eleştiri ve özeleştiriye ihtiyacımız vardır” gibi laflar etti. Ertesi gün buluşmak üzere randevulaştık ve eski Lefkoşada’ki evinde yeniden bir araya geldik. Yeni bitirdiği ilk belgesel filmi olan “Kıbrıs’ta Ayrıntılar”ı seyrettik ve sohbete koyulduk. Daha sonra uzun yıllar birlikte çalışacağım Panikos Hırisantos’u böyle tanıdım. Sinema tutkusuyla öğretmenliği bırakmış ve her ay aldığı maaşa sırtını çevirmişti. Yokluklar içinde yaşıyor ve çok sevdiği sinema sanatı üstünden, yine çok sevdiği Kıbrıs’a dair bir şeyler yapmak istiyordu. Panikos, 1974 göçmenlerindendi, ben ise 1964 göçmenlerinden. Göçmen olmaktan çok acı çektiği, kovulduğu evi ve köyünü çok özlediği belliydi. Ne var ki, bu büyük acı, Panikos’un “düşünme” yeteneğini aksatmamıştı. Tam aksine, kendisini göçmen düşmüş Kıbrıslı Türklerin yerine daha kolay koyabiliyor ve adanın içine sürüklendiği trajik durumu anlamaya çalışıyordu. Panikos, çok iyi bildiği Eski-Yunan düşüncesinden yola çıkarak, kafasındaki sorulara yanıt buluyordu. Kıbrıs, bu noktaya gelmişse, “ölçü” kaçırıldığı içindi. Milliyetçi narsizmin, kendini beğenmişliğin, ötekini yok saymanın hüküm sürmesindendi. Panikos, bu eleştirileri Kıbrıs Rum liderliğine yöneltmekten geri kalmıyordu ama asıl yapmak istediği şey sinemaydı. Bunları, sinemanın diliyle anlatmaktı. Zaten onun az konuşan, çoğu zaman susan halinde, “sinemam konuşsun” diyen bir şey vardır. Ne var ki, sinema sanayii olmayan Kıbrıs’ta sinemacı olmak, Mesarya ovasında nükleer enerji mühendisi olarak dolaşmaya benziyor. Bu “kurak” ortamda üstüne üstlük bir de eleştirel sinema yapmak istiyorsanız, işiniz hayli zor, zor da ne kelime, imkânsız.

1988 yılında fikir düzeyde kurgulamaya başladığımız “Duvarımız” belgeselini, 1993 yılında tamamladık. Alman televizyonunun yapımcılığını üstlendiği filmi bitirmek o kadar zor olmuştu ki, “yazar olmak ne güzel” dediğimi hatırlarım. “Alırsın eline bir kalem ve bir tomar boş beyaz sayfa ve doldurmaya başlarsın, maliyet sıfır…”

“Duvarımız”ın bittiği 1993’ten sonra, hiç bir koşulda yılmayan Panikos, başka belgeseller yapmaya devam etti ama artık yapmak istediği şey, kurgusal filmdi. Aslında “Duvarımız” bittikten sonra “Akamas”ın hazırlıkları başlamıştı. “Akamas”ın ilk senaryolarını ne zaman okuduğumu unuttum bile. Panikos, yıllar sonra “Akamas”ın bütçesini denkleştirmiş, büyük bir heyecan içinde çekimlere başlamaya hazırlanıyordu. Kıbrıs Rum tarafının filme katkısı son derece sınırlıydı. Buna rağmen, bu parayı alması şarttı. Ne var ki, en küçük bir eleştirel, özeleştirel göndermeye tahammülü olmayan Kıbrıs Rum bürokrasisi, “Akamas”ı sansürden geçirmeye kalktı. Film henüz tamamlanmadan, bürokrasinin marifeti sonucu, filmle ilgili dedikodular basında yer almaya başladı. Yok, “EOKA kahramanlarını karalıyormuş”, yok “Evagoras Pallikaritis”i kötülüyormuş vs. vs. Böyle şeylerin filmde yer almadığını biliyorum. Ne var ki, geçmişe ait her şeyi “kutsayarak müzeye kaldırmak” isteyen ve onu, insan aklının eleştirel süzgecinden geçirmek istemeyen bir anlayış, yeni nesillere gelecek sunamaz, onları “müzedeki geçmişe” mahkûm eder.

Neyse ki “Akamas” Kıbrıs’tan ve dünyadan aldığı destekle sansürcülerin elinden kurtuldu ve Venedik Film Festivalindeki yerini aldı. Umarım bu, sansürcülere ibret olur.



YENİDÜZEN

Niyazi Kızılyürek

13/09/2006

 
Yukari | Geri | Iletisim | Ana Sayfa