English Greek Turkish
 

Ana Sayfa

Film hakkında

Filmin siyasi arka planı

Oyuncular

Fotoğraflar

Filmin basındaki yankıları

İndirebilecekleriniz

İletişim

LOS ANGELES GREEK FILM FESTIVAL

Filmin basındaki yankıları



Yıkılan ‘Duvarımız’ ve Denktaş’a bir çağrı


Dünyaya geldiği yıl 1959, yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğum yılı. Doğduğu köy, hemen herkesin Türkçe ve Rumca konuştuğu, yüzyıllar boyunca milliyetçilik olgusundan uzak, Müslüman ve Hıristiyan Kıbrıslıların birlikte yaşadığı Bodamya.

Bodamya’da köylüler Hıristiyan ve Müslüman olarak birbirinden ayrılıyor, yan yana bulunan cami ve kilisede ayrı ayrı ibadet ediyorlar; ama din hiçbir zaman gerilim yaratan bir olgu olmuyor. Örneğin, Hıristiyanlar kendi bayramlarını kutladıkları zamanlarda Müslümanlar, Hıristiyanların da işlerini üstlenerek onlara bayramlarını rahatça kutlama olanağı sunuyor. Ve bu dayanışma hastalık, cenaze, doğum, düğün ve kutlamalarda ne zaman gerekse devreye giriyor.

Milliyetçilik öncesi dünyada Bodamyalılar hayatla böyle baş ediyor. İşte tam bu noktada Kıbrıs’ta önce şehirlerden başlayarak etnik milliyetçilik gündeme geliyor. Moderniteyle birlikte gelen milliyetçilik, Hıristiyan ve Müslümanları Rumlar ve Türkler olarak etnik temelli siyasi öznelere dönüştürüyor. Biz ve onlar ayrımı böylece yepyeni anlamlar kazanıyor. Merhamet duygusu yerini ‘etnik husumete’ bırakıyor ve adanın tek hakimi gibi davranmaya başlayan Rum kesimin baskı ve kışkırtmaları sonucunda göçler başlıyor. 5 yaşındaki minik Niyazi de ailesiyle birlikte ‘Rumlardan korunmak üzere’ pek çok açıdan ilginç olan Türk köyü Luricina’ya taşınıyor. Son derece milliyetçi olduğu söylenen Luricina’da köylüler Türkçe değil Rumca konuşuyor. Fakat 1974 yılına kadar süren baskı, yıldırma ve çatışmalar karşısında Kıbrıs Türk kesimi çareyi içine kapanmakta buluyor. Böylece kapalı Türk gettolarında yetişen Niyazi Kızılyürek, diğer yaşıtları gibi ‘bin gavur kellesi de kessem, bu kin benden vallahi de gidemez’ şiirleriyle büyüyor.

Ve 1974 yılında Makarios’a karşı girişilen darbe sonrasında Türkiye Ada’ya askerî müdahalede bulunuyor. Niyazi de ailesiyle birlikte Ada’nın dört bir tarafına dağılmış diğer Türkler gibi bayram havası içinde Kuzey’e geliyor. Kendi köylerini ve evlerini kaybetmenin acısıyla, Kıbrıslı Rumlardan kalan mülkler yağmalanıyor. İşte tam bu noktada tüm zafer sarhoşluğuna rağmen 15 yaşındaki Niyazi’nin yüreği ‘cızz’ ediyor...

Panikos Hrisantu da Niyazi ile aynı yıllarda Kuzey Kıbrıs’ta bir sınır köyünde doğuyor. Onun da köyünde iki dil konuşuluyor ve o yıllarda Rumlar ve Türkler dayanışma içinde yaşıyor. Çocukluk arkadaşı Niyazi ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin öteki yakasının hikayesini yaşıyor. Niyazi’nin köyünden sürüldüğü yıllarda o EOKA’cı abisinin ‘Türkleri lanetleyen’ nutuklarıyla büyüyor. Köylerinden kovulan Türklerin bir anda düşman ilan edilmesini anlamaya çalışıyor. Her ne kadar evlerini işgal ettikleri Türk arkadaşlarını kaybetmiş olsa da, Rum dayanışmasıyla olayların üstesinden gelmeye çalışıyor. Ta ki 1974 yılına kadar. Bir anda her şey değişiyor ve Ada’nın ikiye bölünmesi sonucunda bu kez sürgün yılları on binlerce Rum gibi Hrisantu ailesinin kaderi oluyor.

Tam bu noktada Panikos, Niyazi ve ailesini hatırlıyor; çünkü Kıbrıslı Türklerin kendilerine karşı sergilediği duyarsızlığın, daha önce, Kıbrıslı Rum hemşehrilerinin Türklere gösterdiği duyarsızlıktan hiç de farklı olmadığını anlıyor. Ve 1974 yılında Kıbrıs’ı Yeşil Hat adıyla ikiye bölen duvar Panikos ve Niyazi’nin ‘ortak duvarı’ oluyor.

Geçen hafta Rauf Denktaş’ın adayı ikiye bölen duvarı kısmi de olsa ortadan kaldıran kararıyla başlayan geçişler ve arkasından gelen hikayeler bana 1997 yılında Abdi İpekçi Barış Ödülü’nü alan Duvarımız adlı çarpıcı belgeselin bu iki kahramanını anımsattı. Kıbrıs Rum Üniversitesi’ndeki ender Türk akademisyenlerden olan Niyazi Kızılyürek ile Kıbrıslı Rum yönetmen Panikos Hrisantu’nun kendi kişisel hikayelerinden yola çıkarak gerçekleştirdikleri Duvarımız belgeseli birçok açıdan bugün yaşanan şaşırtıcı gelişmelerin habercisi gibiydi. Her ne kadar, kendi ülkelerinde böylesi bir belgesel yaptıkları için vatan hainliği ile suçlanmış olsalar da, bu günleri görmüş olmanın haklı gururunu yaşıyorlar. Çünkü önyargı ve korkularla yaşatılmaya çalışılan etnik temelli duvarı önce ortak bir geçmiş adına sahiplenip sonra birlikte yıkıyorlar.

Niyazi Kızılyürek on binlerce Rum’un nostaljik bir yaklaşımla Kuzey’e akın etmesini çok anlamlı bulduğunu, Türk kesiminin ise ‘bastırılmış bir nostalji’ ile bu akına karşılık vereceğini söylüyor. ‘Halk diplomasisinin zaferi’ olarak nitelese de Rum siyasi elitini şaşırtan bu kararından dolayı Denktaş’ı alkışlamaktan geri durmuyor. Panikos ve Niyazi, kendilerini istisna olmaktan çıkaran bu kararın AB sürecinde ‘olumlu bir enerji’ olarak çözüme katkı yapacağına inanıyor.

Ben de buradan Sayın Denktaş’a bir çağrıda bulunuyorum. Yapılan tüm müracaatlara rağmen gösterimi engellenmiş olan Duvarımız belgeselini Yeşil Hat’tın yumuşak karnı olan Ledra Palace’ta, Türk–Rum hep birlikte izlemeye ne dersiniz? Belki içimizdeki duvarın son kalıntıları da böylece yıkılır...



EYÜP CAN - ZAMAN

30/03/2003

 
Yukari | Geri | Iletisim | Ana Sayfa